SEYİT ONBAŞI
admin tarih 09.07.2017, 15:39 (UTC)
 SEYİD ONBAŞI
Yıl 1909. Balıkesir'in Edremit'ine bağlı Havran'dan odunculukla uğraşan
Koca Seyid nice Anadolu delikanlısı gibi askere yazılır. Devir zor bir devirdir.
Osmanlı üzerinde sisli dumanlar gezmektedir. Bitmeyen savaşlarda nice
delikanlımız evinden yurdundan ve yuvasından gidip gidip gelmemektedir.
İşte böyle sıkıntılı bir ortamda askere alınır. Halbuki daha evleneli bir sene
olmuştur ve yeni doğan bir kız bebeğe sahiptir. Yaşlı anne ve babası onun
bakımına muhtaçtır. Ama askerlik vatan borcudur ve Anadolu insanının
indinde vatan borcuda namus borcu sayılmaktadır.
İki yıl kadar vazife yapar ve tam terhis olup ailesine, gittiğinden beri
yüzüne hasret kaldığı çocuğuna kavuşmayı hayallerken Balkan Savaşı patlak
verir. Terhisler durdurulmuştur. Yıl 1913 olur. Utançverici bir yenilgi ve ardından
Edirne'nin geri alınışı ile 2.Balkan Savaşı da biter. Yine terhis heyecanları
akıllarında tüllenmeye başlamıştır ki, bu kez diğerlerinden daha acı, daha
büyük ve kaybı kesinlikle diğerleriden daha fazla olacak olan 1.Dünya Savaşı
başlar. Yıl 1914 olmuştur. Osmanlı Devleti bir yıl geçmeden bu dehşetli savaşa
katılır. Bu savaşın en dehşetli cephesi başlamak üzeredir. Koca Seyid
Çanakkale'ye gönderilir.
28'lik Rumeli Mecidiye Tabyalarında vazifeye başlar. Orada numaratörlük
yapmaktadır. 26-Şubat'tan buyana düşman ara ara boğazda görünüp taciz
atışları yapmakta, tabyalardaki Osmanlı askerlerini huzursuz etmektedir.
Herkes düşmanın toplu saldırı gününü beklemektedir. O gün 18 Mart
günüdür.
Çanakkale Boğazının cehennemi bir hal alacağı o müthiş günün sabahı önce
Fransız birlikleri, ardından da İngiliz birlikleri boğaza girerek birer tabyayı
kendilerine hedef seçerler. Mecidiye tabyasının tam karşısında Quin Elizabet
ve Ocean zırhlıları tüm hızları ile bu tabyanın başına ateşler yağdırmaktadırlar.
Bu yoğun düşman ateþinin altında mukavemet etmeye çalışan Mecidiye
Tabyasının 40 yiğiti oradan oraya koşuşturmakta, ellerindeki topları en iyi ve
hızlı şekilde kullanarak düşman donanmasına engel olmaya çalışmaktadırlar.
O sırada bir top mermisinin Mecidiye Tabyasının ortasına düımesiyle ortalık
karışır. Toz toprak dağ gibi başlarına yıkılmıştır mehmetciklerin. Seyid Onbaşı
kendisine geldiğinde Yüzbaşı Hilmi bey ve arkadaşıNiğdeli Ali'den başkasını
göremez. Gövdesinin yarısı toprağa gömülüdür ve yanındakiler onu kurtarmaya
çalışmaktadırlar. Ayağa kalktığında durumun ne halde olduğunu sorar.
14 şehit, 24 yaralı vardır. Seyit Onbaşı hemen denize bakar. Fransızların dev
gemisi Ocean çevreye ateş kusmaya devam etmektedir. Döner birde toplara
bakar. Ayakta sadece bir top sağlam kalabilmiştir. Diğerleri toprak altında
kalmıştır. Sağlam topun yanına yaklaşır ama acı gerçeği fark etmiştir. Topun
matarofası yani vinci kırılmıştır. Ama inanç ve azmin elinden ne kurtulabilmiş
ki. Koca Seyid hemen arkada duran 215 okkalık (275 kg.) top mermilerinden
birine yaklaşır. Onun niyetini anlayan Niğdeli Ali, "Koca Seyid
kaldıramazsın" demektedir. Ama o bunları duymaz bile. Çünkü şuan çok farklı
bir haliyeti ruhiye içindedir. Gelin Koca Seyid'in bu haleti ruhiyesini kendi
cümlelerinden takip edelim.
"Toprağın altından çıktım. Baktım ki, 13 arkadaşım şehit olmuş. Bir ben
kalmışım, bir arkadaşım Niğde'li Ali, bir de Batarya komutanı Yüzbaşı Hilmi
Bey. Arkadaşlarımın bu şekilde gözlerimin önünde şehit edilmesini içine
sindiremedim. Anamın bana öğrettiği duaları okudum. Size izahını yapamayacağım
bir şeyler doldu içime. Merminin yanına koştum... Topun vinci de
bozulmuştu. O mermiyi bir kez kaldırdım. Niğde'li Ali beni biraz destekledi.
Basamaklan çıkarken kemiklerimin çatırtısını duyuyordum. Mermiyi namluya
sürdüm... patlattım... isabet ettiremedim... Aynı olayı üç kez tekrar
ettim... Üçüncü mermiyle onların en büyük zırhlılarından "Ocean" zırhlısını
dümen kısmından vurdum... Arkadaşım Ali ve diğer bataryadaki
arkadaşlarım: "Vurdun onu Koca Seyid! Vurdun onu!" diye bağrıyorlar, arkamdan
sevinç çığlıkları atıyorlardı. Gerçekten, o anda zırhlı etrafında dönmeye
başladı. Denizin ortasında tam bir panik yaşanıyordu..."
Allah'ın işine bakınız ki Seyid Onbaşı'nın tüm acizliği içinde elde ettiği 
başarı ile Ocean Zırhlısı yön kabiliyetini kaybetmiş ve etrafını taraflamaya
başlamıştı. Çevresinde bulunan tüm düşman gemileri onun etrafından kaçışmaya
başladılar. Bu sırada hiç beklenmeyen bir şey daha oldu. Bir gece önce
sırlı bir şekilde Cevat Paşa'ya karanlık limana dökmesi istenilen 26 Türk yapısı
mayından biri Ocean'a çarptı. Ocean zırhlısı büyük bir hızla boğazın sularına
gömülmekteydi. Düşman gemileri ne olduklarını anlayamadılar. Bu olay
sadece bir zıhlının batırılması olayı değil, aynı zamanda kendini yenilmez ve
batırılamaz ilan eden ve dünyanın en büyük donanması ilan edilen bir birliğin
yüzüne vurulan sert bir tokattı. Çevreyi bombalamayı biran kesen ve
büyük bir şaşkınlığa düşen itilaf kuvvetlerinin Çanakkale yenilgisi işte Seyid
Onbaşı'nın bu atışı ile başlamıştı.
Bu tarihten iki gün sonra, Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa
maiyetiyle beraber düşmanı kaçıran Mecidiye Tabyasının Kahraman neferlerini
kutlamaya gelmişti. Koca Seyid'in bu kahramanlığı, arkadaşları tarafından
Cevat Paşa'ya anlatıldı. Paşa ona bu kadar ağır bir mermiyi nasıl kaldırdığını
sordu. Koca Seyid ona nasıl kaldırdığının izahını yapamadı. "Şu mermiyi bir
kez daha kaldır... senin fotoğrafını çekelim...şu millete hatıra kalsın..." dediler.
Mermiyi yerinden bile kıpırdatamadı. Koca Seyit onlara;
"Şu anda bu mermiyi yerinden oynatamadım. Ama aynı olayı tekrar
yaşasam; yine aynı şekilde o mermiyi kaldırırım." diye cevap verdi. Merminin
içi boşaltıldı. O şekilde kaldırdı. Günümüze kadar ulaşan Niğdeli Ali ile çektirdiği
o fotoğraf, milletimiz adına çok güzel bir belgedir...
O'na o gün hediyeler vermek istediler, fakat o, hediyeyi kabul etmemişti.
"Ben zaten hediyemi aldım. Onlann en büyük zırhlısını vurmak, benim için
en büyük hediyedir..." Demişti. O gün savaş, düşmanın çekilmesiyle bitmişti.
Çanakkale Savaşının bitimi, ardından geçen iki sene sonra 1918 yılında
Mecidiye Kahramanı ve arkadaşları terhis oldular. Bu terhis aslında bir
hezimetin terhisi idi. Osmanlı itilaflar ile Mondros Ateşkes Andlaşması'nı
imzalamış bu anlaşma gereğince de ordusu terhis edilmişti. Koca Seyid memleketine
dönüyordu. Ama aradan 9 koca sene geçmişti. Acaba Koca Seyid nasıl
bir ruh haleti içinde geriye dönüyordu. Şimdi bu hadiseyi de onun cümlelerinden
takip edelim.
"Dokuz sene askerlik yaptım. Dokuz kez kendime iyi baktığım, tam manasıyla
temizlendiğim söylenemez. Şimdi saçım sakalım birbirine karışmıştı.
Annemi, babamı, eşimi ve yavrumu çok özledim...
Askere gitmezden önce evlenmiştim. Acaba hamım beni evde bekliyor mu?
Yoksa; başka bir yere mi kalktı gitti? Bir kız çocuğum dünyaya gelmişti. Şimdi
beni görse bana -(babacığım) deyip boynuma sarılabilir mi? Acaba anama,
babama ne oldu? Yoksa öldüler mi?
Bunları düşünürken, gecenin bir yarısında evimin kapısına geldim...
Doğduğum, büyüdüğüm evi tanıyıvermiştim... Þu kapı, Hasan Dayımın evinin
kapısı...Şu da teyzemin... Fakat herkes uyumuştu. Kapıyı çalsam, beni böyle
görseler onları korkutur muyum? Beni tanıyabilirler mi? Çok da
yorgunum...Hepsini de çok özle- dim... Her şeye rağmen kapıyı çaldım...
İçerden: kim o ?' Diye seslenenin, dokuz sene sonra, anamın sesi olduğunu
hatırlıyıverdim. Baktım ki, vefalı hanımım beni bekliyor. Seyid'im gelecek
diye... hep beni beklemiş... Kız çocuğum dokuz yaşına gelmiş. Ona: "Bak!
baban gelmiş... babacığım de!.. Git boynuna sanırıl!.." diyorlar... O bana, baba
diyemiyor... yüzünü saklıyor... daha benden kaçıyordu... Babam iki sene önce
vefat etmiş... onu ancak mezarlıkta ziyaret ettim... Helallaşabildim..."
Ertesi gün öğlene doğru Teyzesinin kızı Fadime bir şey istemek için eve
gelmişti. Kapının önünde iriyarı insanı görünce durakladı. Fadime, Koca
Seyit'i tanıya- mamıştı. Fadime 19 yaşına gelmiş güzel bir kız olmuştu. Koca
Seyit, onun korktuğunu anlayarak; " Fadime!... beni tanımadın mı? Ben Dayın
Seyit kızım!" di- yerek kendini tanıştırmıştı.
Babasından kendisine yadigar bir merkebi kalmıştı. Dağda odun keser,
kömür yakar, getirip, Edremit'te veya Havran'da satardı.
1918 senesinde kulağına, Edremit'i, Yunan askerinin işgal ettiği haberi geldi.
Koca Seyid, bu habere inanamamıştı. "Nasıl olur? Biz göğsümüzü düşmana
siper ettik... o kadar şehit verdik... düşmanı geçirmedik... Şimdi elini kolunu
sallıyarak nasıl buralara gelebilirler?" demişti. Bir türlü inanamadığı haberin
doğruluğunu kontrol etmek amacıyla Edremit'e yollandı. Edremit sokaklarında
Yunanlı askerleri görünce beyninden vurulmuşa döndü. Büyük bir üzüntü
içinde köyüne döndü. Yine baltasının ve yük hayvanın başına geçmiş,
ailesinin iaşesi ile meşgul olmaya başlamıştı.
Türk Milletinin imtihanları bunlarla bitmemişti. 1919-1923 lü yıllarda verilen
bir Milli Mücadele ile yeni bir Türk Devleti kurulmuştu. Büyümeye
çalışan ve her geçen gün biraz daha kalkınan Türkiye'de günler aylar ve yıllar
geçiyordu. Ülkemizde takvimlerin 1936 yılını gösterdiği tarihlerde Balıkesir
Çanakkale yolunun açılışı için Atatürk'ün yolu da Havran'a düşmüştü. Buraya
geldiğinde, Çanakkale Savaşında bizzat görüştüğü ve başından geçenleri kendisinden
dinlediği Koca Seyid'i hatırladı. Mahalli yetkililere Koca Seyid'i sordu
fakat hiçbiri onu tanınımıyorlardı. Atatürk oradakilerden hemen Koca Seyid'i
bulmalarını istedi ve onlara hitaben:
-" Sizi onunla tanıştırmak istiyorum. Yaptığınız milletin kahramanlarına
vefasızlıktır. Kendisini tanıyın ki, bu topraklar üzerinde yaşamanın bir bedeli
olduğu bilinsin." Dedi. Uzun uğraşlar sonrasında buldular. Önce yıkattılar,
ardından traş ettiler. Üzerindeki elbiseleri çıkartarak Nahiye Müdürünün
elbiselerini giydirdiler. Bu şekilde paşanın karşına çıkardılar. Paşa bu
kıyafetlerde birini beklemiyordu karşısında. Ama onu toplumun içinde
utandırmamak için iltifat etti.
-"Koca Seyid bu elbise sana çok yakışmış, onu nereden satın aldın?"
-"Paşam sizin geldiğinizi bana haber verdiler. Çok sevindim. Beni arattığınızı
duyunca dünyalar benim oldu. Bana bu elbiseyi giydirdiler. Kaymakam bey
öyle uygun gördü."
Konuşma sonrasında Atatürk orada bulunanlara gereken dersi vermeyi
ihmal etmedi.
-" Siz vatanı için, milleti için, namusu için canını ortaya koyan böyle insanları
bu kadar mı tanıyor sunuz? Eğer siz onları tanımazsanız geleceğinizi göremezsiniz.
Hedeflerinizi bilemezsiniz."

Talha UĞURLUEL Varlık ve Yokluk Savaşımız ÇANAKKALE ve Gezi Rehberi kitabından alıntıdır.
 
 

57. Alay Hikayesi
admin tarih 08.07.2017, 20:39 (UTC)
 
 

GAZİ MEHMET AŞKIN’IN ANLATTIKLARI
admin tarih 07.07.2017, 22:08 (UTC)
 “İngiliz donanması Saroz’dan top atışları ile bize son derece ağır kayıplar verdiriyordu.Böyle bir atıştan sonra, aynı, birlikte silah arkadaşım Recep Eniştemin iki ayağı kopmuş çalıların üzerinde gördüm, henüz sağ idi.Yanına kadar gidebildim.Onu o vaziyette görünce ağlamaya başladım. Henüz ruhunu teslim etmeyen Recep Eniştem:

“Kardeşim niçin böyle ah edip aglarsin, benim cigerimi daglarsin! Allah’ in verdigine merhaba! Takbir- i Rabbani böyle imiş! Onun kazasi geri çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Elimizden ne gelir.Arzuladigim savaş yolunda oldu.O saadet bana yeter! Sen sag kalirsan, anamin elini benim içinde öp! Emzirdigi sütleri helal etsin!” dedikten sonra:

“Başimi kibleye dogru çevir!” diye bildi… Ruhu çoktan uçmuştu…

“Halil, bölükte süngü hücumuna kalkmıştı, ağır bir yara alarak yanıma yıkıldı.Bir mütted sessiz kaldı ve sonra: “Ahiretlik ölümüm yaklaştı, öldükten sonra cesedimi geriye götürtme, buraya ellerinle göm! Üzerimde harbediniz! Ta ki Gazilerin ayak seslerini Allah! Allah! Nidalarını rahatlıkla duyayım!” dedi ve gülerek ruhunu teslim etmişti

“Karayürek deresi’ne doğru iniyorduk: Bir akşam beni keşif kolu çıkardılar bu derenin yatağında geziniyordum.Çok susamış idim. Dere şırıldıyordu, mataramı doldurdum. Birkaç yudum içtiğimde, içtiğim suyun tadı çok başka idi avucuma mataradan su aldığımda, matarama doğdurduğum suyun kan olduğunu anladım.”
 

İNSANLIK DERSİ
admin tarih 07.07.2017, 22:06 (UTC)
 
Çanakkale Savaşlar’ında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:
“Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam.Savaş sahasında döğüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaliyat vermişlerdi.Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım.Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi göleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
– Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
“Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.Birşeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı.Benim ise kimsem yok.İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün”. Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım.Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı.O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim.Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutan ot tıkamıştı.Az sonra ikisi de öldüler…”

Fransız Generali BRIDGES
Çanakkale Savaşları komutanı.
 

KAYBOLAN İNGİLİZ ALAYI
admin tarih 07.07.2017, 22:05 (UTC)
  “21 Ağustos 1915 günü savaşın en şiddetli ve son anlarında Anzak Suula Koyu 60. tepede gün ağrırken gök berraktı.Görünürde altı veya sekiz tane, hepsi birbirinin eşi olan ekmek somunu biçimindeki bulut, 60. Tepe’nin üzerinde yayılmış duruyordu. O sırada saatte 6 veya 8 kilometrelik bir hızla güneyden esen meltem olmasına rağmen, bu bulutların ne biçimleri ne de yerleri değişmiyordu.
Meltemin etkisiyle kayıp gitmediler. Bunlar bulunduğumuz yere göre 60 derecelik bir yükseklikte asılı duruyorlardı. Bulut kümesinin tam altına gelen yerde toprağın üstünde duran aynı biçimde bir bulut daha vardı. Yaklaşık 250 metre uzunluğunda, 65 metre yüksekliğinde ve 60 metre genişliğindeydi. Bu bulut oldukça yoğundu. Yapısı katı maddeymiş gibiydi. İngilizlerin bulunduğu bölge savaş yerine 1000 metre kadar uzaklıktaydı. Bütün bunları Yeni Zeland kıtasının birinci sahra birliğine bağlı 3. bölükteki 22 asker öldü. Aralarında biz de vardık.İçinde bulunduğumuz siperden güneybatı doğrultusunda yere inmiş bulut duruyordu.
Bulunduğumuz yer 60. Tepe’ye göre 90 metre daha yukarıda olduğundan üstten görebiliyorduk.Bu bulut daha sonra Kayaçık Dere denilen kuru bir derenin yatağına doğru ilerlediğinde onun daha önce durduğu zemine bütünüyle görebildik. Bu bulut diğerleri gibi açık gri renkteydi. Daha sonra 4. Norfolk Taburu’nun bu kuru dere yatağında harekete geçerek 60. Tepe’ye doğru uygun adım yürüyüşe geçtiğini fark ettik. Buluta vardıklarında hiç çekinmeden dosdoğru içine girdiler. Ama tekrar içinden çıkıp 60. Tepe’de savaşa katılan hiç bir kimse olmadı.
Bir süre sonra askerlerin sonuncusu da görünmez olunca , bulut sanki yükünü almışcasına yerden yükseldi.Herhangi bir bulut gibi yukarıda duran diğerlerine ulaşıncaya kadar yavaş yavaş havalandı.Bu ana kadar yukarıdaki bulutlar yerlerinde duruyorlardı Yerdeki bulut yükselip aynı hizaya gelir gelmez birden kuzeye doğru uzaklaşmaya başladılar.Trakya istikametine doğru gittiler. Bir saat içinde de gözden kayboldular. Savaş sonunda bu tabur kayıp veya yok edilmiş sayıldı.Anzak çıkarmasının 50. Yılında geç de olsa aşağıda imzası olan bizler anlattığımız bu olayın kelimesi kelimesine doğru olduğunu beyan ederiz.

İstihkam eri 4/165 künyeli, F. Reichardt. Malata Bay Of Plenty

İstihkam eri 13/416 künyeli , D.Nevnes . 157 King Street Cambridge.

J.L. Newman, 75 Freyberg Street Octumoctai Tauranga.

21.08.1965 / AVUSTRALYA

NOT : 1- İngiliz baş komutanı General Hamilton, bu olayın vuku bulduğu günü korkunç itirafı, yine bir gün sonra günlüğüne şöyle geçirir: “22 Ağustos 1915 günü Çalılık arazi içinde cereyan eden karşılıklı düello korkunç bir şekilde hükmünü sürdürdü. Sis ve topçu ateşi yönünden, Allah dün Türklerden yana idi…” der.
2- Savaştan sonra 1918 yılında İngiltere hükümeti, Türkiye’ye resmi bir yazı gönderir.v Ve kaybolan alayın akibetini sorar.Ve Türkiye şöyle bir cevap verir: “Türkiye ne onları esir etmiştir, ne de ölüm kayıtları vardır.Hiçbir şekilde, bu askerlerle ilgili bir bilgiye sahip değildir.”
3- Bu olayın görgü tanıkları olan yukarıdaki üç Yeni Zelandalı asker savaştan tam 50 yıl sonra basın önünde bu itirafta bulunmuşlardır.
 

SAKA HÜSEYİN
admin tarih 07.07.2017, 22:03 (UTC)
 
“İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, Türk birlikleri Anafarta Ovası’na ve tepelere yerleşmişti 35. Piyade Alayı 2.Bölük erlerinden Hayrabolu’lu Hüseyin alayın su ihtiyacını gidermekle görevli idi sabahın alaca karanlığında katırı ile yola çıktı.Bigalı Köyüne gidip, kuyulardan tahta, damacanalara su doldurup geriye dönüşünü akşamın karanlığına denk getirmeye çalışırdı.
Katır önde, bizim Saka Hüseyin arkada ama, yola çıkmadan evvel katırının kulağına eğilir, her defasında söylediği sözleri tekrarlardı: “Haydi, Büyük Anafarta Köyünün üstünden 35. Piyade alayının bulunduğu siperlere” katır gide-gele bu yollara alışmıştır.
Fakat yolda, Hüseyi’nin çenesi durur mu? Savaş var imiş! Yığınla yaralı taşırlar imiş, umurunda mı? O bir türkü tutturmuş gidiyordu:
“Pınar baştan bulanır
İner dağı dolanır
Al başımdan sevdayı
Buna can mı dayanır.

Rinna, rinna yarim
Rinna, rinna.”
Saka Hüseyin damacanlarına suyu doldurarak “deh” deyip akşam karanlığında yola koyulur.Siperlerde 2. Bölük su bekliyor.Yaralılar daha da çok su bekliyorlar.Birden bire, yanı başında iki karaltı beliriyor.Gavurca haykırıyorlar!
“Dur! kımıldama!”
Hayrabolulu Hüseyin’in yapacak hiç birşeyi yok akıl almaz, gene de eşi görülmemiş büyük bir zeka kıvraklığı ile; düşman erlerine gevrek gevrek gülümsemeye başlar ve eliyle, koluyla katırının sırtında sallanan su damacanalarını gösterir, “Kumandan, kumandan?…” diye geveleniyor ve büyük bir saygı ile anzak kumandanını selamlayarak “Emret gavur kumandan!” der.Derhal bir tercüman bulunur. Saka Hüseyin anlatmaya devam eder.
“Bu su damacanalarını kendi kumandanım gönderdi. Sizin yaralılarınıza hediyemizdir.Düşmanımız susamıştır, susuz kalmasınlar dedi Mülazım Efendi!” ve arkasından ilave etti.Bu sudan verinde bir bardak ben içeyim der!”
Anzak Teğmeni kıpkırmızı kesilir… Gözleri dolar.İlk iş Hüseyin’i kucaklayıp iki yanağından öpmek.İkinci iş, Hüseyin’i tartaklayan devriyeleri bir güzel fırçalamak, üçüncü iş, Hüseyin’i siperin dibine oturtup soluklandırmak, o ” comed bell” kutularından, Oxo et suyu özündeni sarma tütünden, cigara kağıtlarından, Topler çikolata paketlerinden bol bol yağdırmak…Bu aldıkları hediyeleri katırın sırtına vurur, kurnaz bir tilki gibi, siperden sipere zıplayıp kapağı ikinci bölük hattına atınca, bu sefer gözleri fal taşı gibi açılma sırası Mehmetçik’ tedir.”

Baki Vandemir Paşa
Çanakkale Savaşları Komutanlarından
 

<-Geri

 1  2 Devam -> 
--> Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol